Dünkü Antalya Körfez Gazetesinde, Engin Korkmaz imzalı bir haber vardı.
“Sıra dışı bir yaz okulu uygulaması!” başlığı ile verilen haberde, Hayrat Vakfı ile Milli Eğitim arasında yapılan protokolle Antalya’nın Kepez ilçesinde eğitim veren Aslanlar Ortaokulu’nda ‘yaz okulu’ adı altında Kuran kursu verileceği yazılmıştı. Haberin kaynağı ise, Millî Eğitim Bakanlığı’nın gönderdiği yazıydı. Haberde bu yazı da görsel olarak kullanılmıştı.
Haberi bu linkten okuyabilirsiniz.
Çok başarılı bir habercilikti, Engin Korkmaz’a imrendim haberinden dolayı.
Bu köşede daha önce de dile getirmiş, devrim kanunlarının önemini sürekli vurgulamıştım. Başta laiklik ilkesi olmak üzere eğitimin birliği, tekke ve zaviyelerin kapatılması, vb. kanunların bugün sadece kâğıt üzerinde kalmasının sakıncalarını anlatarak, tarihin ırmağının tersine akamayacağını dile getirmeye çalışmıştım.
Bu haberden yola çıkarak dün, Gazete Grafiti yazarı, editörü ve toplumsal cinsiyet bölümünü yöneten Sevgili Ezgi Şimşek ile sohbet ederken, Ezgi; “20 yüzyıla geri dönelim” diye bir cümle kurdu.
Ben de “bu cümleni kullanabilir miyim?” diye sordum.
Sordum, çünkü daha önce kaleme aldığım “Kurtar bizi Ferdi Baba” yazısının başlığı Ezgiye aitti ve ben ondan izin almadan kullanmış, sonrasında da Ezgi’nin haklı protestosuna maruz kalmıştım.
Yeri gelmişken, açık alanda yapmış olduğum bu hata için yine açık alanda özür dileyim.
Evet. Ezgi’nin cümlesi çok doğru.
Bugüne kadar savunduğum ‘tarihin ırmağı tersine akmaz’ tezi yerine, 20. Yüzyılı ne kadar çok özlediğimi fark ettim.
Daha doğrusu, 20. Yüzyılın Türkiye’sini.
Feodalizmin kalıntıları olan ağalık ve şeyhlik ile mücadele eden, ‘sınıfsız, imtiyazsız’ bir millet olmak için emek harcayan; dini, hurafeleri, toplum yaşamından çıkarıp, bilimi kendisine rehber edinen Türkiye’yi.
Her köye bir okul ve bir sağlık ocağı açarak varlığını hissettiren; eğitimin, sağlığın temel insan hakkı olduğunu ve herkesin ücretsiz erişim hakkını savunan, bireysel değil, toplumsal kalkınmanın önemini gözeten Türkiye’yi.
İnsanların sitelere sıkışmadığı, birbirine yabancılaşmadığı, çocukların sadece bir anne babanın değil, bütün mahallenin çocuğu olduğu anlayışını gözeten, çocuklar için de mahalledeki bütün teyze ve amcaların anne babaya eş olduğu mahallelerde yaşadığımız Türkiye’yi.
Bugün 21. Yüzyıldayız. Bu özlem, yaşa bir nostaljiden öte anlam taşıyor. Çünkü bugün yaşadığımız Türkiye hızla toplumun değil bireyin, toplumsal kalınmanın değil ‘işini bilen memurun’ Türkiye’si haline geldi. Bana yabancı bir Türkiye bu.
Laikliğin kâğıt üzerinde kaldığı, tarikatların dört bir yanımızı örümcek ağı gibi sardığı, gerici kafaların artık kendisi gibi olmayanlara ‘güruh’, ‘azgın azınlık’ dediği, öğrencinin, hastanın müşteri olduğu bir Türkiye bu.
Bu yüzden “20. Yüzyıl Türkiye’sine geri dönelim” diyorum.
Ama ne yazık ki bu dileğim yerine gelemiyor ve tarih denen ırmak akmaya devam ediyor.
Bu durumda da bana, sadece ve sadece 20. Yüzyıldaki mutlu Türkiye’yi yeniden yaratmak için mücadeleye devam etmek düşüyor.